cappadocia tours ve allah dostları
evet arlarkadaslar sizlere en güzel yazıları yazan cappadocia tours diyorki O'nu nasıl büyükbileceklerini, nasıl şükür edeceklerini anlayamazlar. O'na karşı söylenmesini güzel sandıklan şeyler, O'na çirkin gelebilir. O'nu yüceltmek, hürmet etmek sandıkları, hakaret ve küçültmek olabilir. O'na hürmet ve şükür şekilleri, yine O'ndan bildirilmedikçe, O'na lâyık olacağına güvenilemez ve O'nun kabul edeceği bir ibadet olamaz. Çünkü, insanların hamdetmeleri, O'na belki hakaret olur.
İşte, Onun tarafından bildirilen tazim, hürmet ve şükür şekli. Peygamberlerin bildirdikleri dinlerdir. Ona kalp ile yapılacak hürmetler, dinde bildirilmiş, dil ile yapüacak şükürler, orada gösterilmiştir. Her uzvun yapacağı işleri, açık ve geniş olarak, beyan buyurmuşlardır. O hâlde, Allahü teâlâ'ya inanmak ile ve kalbin ve bedenin yapması ile şükür etmek, ancak dine uymakla olur. Allahü teâlâ'ya,
dinin dışında yapılacak hürmete ve ibadete güvenilemez. Çok defa tersine olup, sevap sanılan, günah olur. Bu söylenilenlerden anlaşılıyor ki, dine uymak, insanlık icabıdır ve aklın istediği ve beğendiği bir şeydir. Allahü teâlâ'ya, O'nun dininin dışında şükür edilemez.
Kibrin en kötüsü
İslâm büyükleri tevazu sahibi kimselerdi. Çünkü kibir her hayra, her iyiliğe mânidir. Kibir, kişinin kendisini başkasından üstün görmesidir. Kendini başkasından üstün görmekle, kalbi rahat eder.
Kibir; kötü huydur. Haramdır. Halik'ım, Rabbi'ni unutmanm alâmetidir. Çok din adamı, bu kötü hastahğa yakalanmıştır. Hadîs-i şerifte, "Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse, (bundan tövbe etmedikçe) cennete girmez" buyuruldu.
Kibir çeşitlerinin en kötüsü Allahü teâlâ'ya karşı kibirli cappadocia tours olmaktır. Nemrut böyle idi. Tanrı olduğunu ilân etti. Allahü teâlâ'mn gönderdiği Peygamberi ateşe attı. Fiı'avun da böyle ahmaklardan biri idi. Mısır'da ilâhhk iddiasmda bulundu. Ben sizin güçlü tannmzım, dedi. Allahü teâlâ, nasihat vermek için, Mûsâ aleyhisselâmı gönderdi. Buna inanmadı. Allahü teâlâ, onu Süveyş denizinde boğdu.
Bunlar gibi, bu dünyanın yaratıcısına inanmayanlara, eski tabirle Dehrî yani ateist denir. Her asırda böyle ahmaklar gelmiştir. Böyle zalimler, milyonlarca insanı öldürerek, işkence yaparak ve din adamlarım ve kitaplarım yok ederek, milletlerini sindirmişler, korkutmuşlardır.
Her istediklerini zorla yaptırarak şımarmışlardır. İlâha, mabuda mahsus üstünlüklere sahip olduklarını san-■lüşlar ve söylemişlerdir. İslâm kitaplarının memleketleri-
bütün zalimler gibi, lanet ve nefret ile amlmışlardır. Bur. 1ar, tarih kitaplarmda okudukları zalimlerin feci sonlarından ibret almadılar.. Dünyada, ahirette başlarına gelecek olan azapları, felâketleri hiç düşünmediler.
Resûlullaha karşı da kibirlenenler, üstünlük taslayan-1ar oldu. "Allahın gönderdiği Peygamber bu mudur?" dediler. "Bu Kurbân, Mekke şehrinin ileri gelenlerine indiril-seydi iyi olurdu" dediler. Kibir felâketinden ancak, geçmişten ders alan, tevazu sahibi akıllı, iyi, kimseler kurtulabilmişlerdir.
Hazreti Ali buyurdu ki: Ey oğul! İyilere yaklaş ki, onlardan olasın. Kötülerden uzaklaş ki, şerlerinden kurtulasın. İyilik kötülüğe yol açarsa, kötülük olur. Çok zaman dert deva; deva da dert olur. Çok zaman ehliyetsiz kimseler öğüt verir, kendilerinden öğüt beklenen kimseler de aldatır.
"Mümin vakarlı ve yumuşak, huylu olur"
Tarih boyunca, dinlere, peygamberlere, din büyüklerine, bunların kitaplarına karşı gelip kibirlenenler, alay edenler, hiç eksik olmadı. Bu kibirlenmeleri, âciz, zavalh, elinden bir şey gelmeyen, hatta kendinden ve bedeninin yapısmdan haberi olmayan kulun, kendine, sahibine, kuvveti, gücü sonsuz olan Rabbi'ne karşı bir savaş idi.
İblis de, böyle kibirlendi. Âdem aleyhisselâma karşı secde etmesi emrolununca, o topraktan yaratıldı, toprağa karşı niçin secde edeyim? Ben ondan daha üstünüm. Beni ateşten, onu çamurdan yarattın diyerek, Rabbine karşı geldi. Ateşin alevini, lâtifliğini ve ışık yaydığını görünce, onu sudan ve topraktan üstün sandı.
Hâlbuki üstünlük, kendini üstün görmekte değil, tevazu, alçak gönüllülük göstermektedir. Cennette toprak vardır ve misk gibi kokacaktır. Cennette ateş yoktur. Ateş, cehennemde azap vasıtasıdır.
Ateş, harap etmeye, toprak, bina yapmaya yarar. Mahlûklar toprak üstünde yaşamaktadır. Hazineler, defineler toprakta bulunur. Kâbe topraktan yapılmıştır. Ateşin ışığı gecelere son verir, gündüzü getirir ise de, topraktan çiçekler, meyveler hâsıl olmaktadır. Kâinatın, varlıkların en üstünü olan Muhammed aleyhisselâmm kabri topraktır.
Kibirli kimseye karşı kibirli görünmek, sadaka vermek gibi sevaptır. Kibir sahibine karşı tevazu eden kimse, kendisine zulmetmiş olur. Bid'at sahiplerine ve zenginlere karşı da kibirli görünmek caizdir. Bu durum kendini yüksek göstermek için değildir. Onlara ders vermek, gafletten uyandırmak içindir. Harpte, cihatta düşmana karşı kibirli görünmek de sevaptır.
Kibir hakkı, doğruyu kabul ettirmez. Hakkı, düşmam-mız da söylese kabul etmeliyiz. Hakkı kabul edememek kibüdendir. Kibir ise büyük günahtan Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
"Allaha teâlâ'nm en sevmediği kimse, hakkı kabul etmekte inat edendir."
"Hakkı küçük görmek kibirdendir."
Mümin kibirli olmaz; fakat vakar sahibi olur. Vakarb kimse, tevazu sahibi olup dünya işlerinde kolaylık gösterir. Din işlerinde sağlam olur. Peygamber efendimiz, "Mümin vakarlı ve yumuşak, huylu olur."
İslâm büyükleri tam bir ihlâs sahibi idiler. İlim ve cappadocia tours amellerine riya karıştırmaktan son derece korkarlardı. On-larm bu güzel ve örnek ahlâkma, herkesin çok ihtiyaa vardır. Resulullah Efendimiz riyakarlann hâlini şöyle bildirdi:
"Allahü teâlâ, Adn cennetini yarattığı zaman, orada gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, hiçbir beşer gönlünün hatırlamadığı nimetler yarattı. Ona konuş!, diye emretti. O da üç defa: Şüphesiz müminler felah bulmuştur, dedi. Sonra şöyle konuştu: "Ben cimrilerin ve müraile-rin (riyakârların) hepsine haram kılınmışımdır."
Vehb bin Münebbih şöyle buyurdu: "Uhrevî bir amelle dünyalığını temine çalışan bir kimsenin kalbini Ce-nâb-ı Hak tersine çevirir ve onu, cehennemlikler defterine yazar."
Hasan-ı Basrî buyurdu ki: "İsa aleyhisselâm buyurmuş ki: "Kim bildiği ile amel ederse, Allah'ın gerçek dostu olur."
Süfyan-ı Sevıî buyurdu ki: "Validem bana derdi ki: Ey oğlum, ancak öğrendiğin ile amel etmeye niyetli olduğun zaman ilün edinmeye çalış. Aksi hâlde ilim, kıyamet günü senin üzerinde bir vebaldir.
Hasan-1 Basrî çok kere nefsim hesaba çekerek; "Demek sen, Allah'm abid, zahid ve saUh kullan gibi konuşur, fasık, münafık ve müraîlerin işi gibi iş yaparsın ha. Vallahi ihlâsh kulların sıfatı bu değildir." derdi.
Fudayi bin lyâd diyor ki: "İşlerinde son derece titiz, tel üzerinde oynayan bir cambaz gibi dikkatli olmayan bir kimse, riya çukuruna düşmekten kendini koruyamaz."
Zünnûn-i Mısrî'ye, "Kulun ihlâs sahibi kimselerden olduğu nasıl belli olur? diye sordular. O buyurdu ki: "Kendisini tam manası ile taate verip, insanlarm nazarm-da mertebe ve itibarının silinmesini severek kabul ettiği zaman."
Yahya bin Muaz'a, "Kul ne vakit ihlâs sahibi olabilir?" diye sordular. O şöyle buyurdu: "Ahlâkı süt emer çocuğun ahlâkı gibi olduğu zaman. Yani kendisini öven ve yerenlere hiç aldırış etmediği vakit."
Hadis-i şerifte buyuruldu: Altı şey amelleri mahveder, yok eder:
1-Halkın ayıht ile meşgul olmak.
2-Kalp katılığı.
3-Dünya sevgisi.
4-Hayâ azlığı.
5-Uzun emel.
6-Zulmün devam etmesi.
İhlâs albin S hayat suyudur. S Riya ise g kalbi öldürür. 5
"Kimin için yaptınsa ondan iste!"
Ebu Abdullah el-Antakî hazretleri buyurdu ki: "Alla-hü teâlâ kıyamet gününde ikiyüzlü kimseye: "Kime gösteriş yaptınsa amelinin sevabını ondan al! Dünyada iken ilim ve amelinden dolayı insanlar sana meclislerinde yer vermediler mi? Sen onlara başkan olmadın mı? Alış-veri-Şinde kolaylık göstermediler mi? Sana çeşitli ikramlarla
mükâfatlan bir bir sayacak ve ahirette riyakârlara verilecek bir mükâfat olmadığını bildirecektir."
Antâkî yine buyurdu ki: "Kendilerine süs verenler üç kısımdır:
1-İlimle süslenenler.
2-Amelle süslenenler.
3-Süslenmeyi terketmek suretiyle süslenenler.
En gizlisi ve şeytanın en sevdiği üçüncüsüdür. İhlâs kalbin hayat suyudur. Riya ise kalbi öldürür."
İyas bin Muaviye, İbrahim Temimî'nin kardeşi idi. Bunlar birbirini arkasından övmezdi. Bu hususta derlerdi ki: "Ben kardeşimi insanlar arasmda övmek suretiyle se-vabınm noksanlaşmasmı istemem."
Yusuf bin Esbat diyor ki: "Nefsimi ne zaman derin ve ciddi bir muhasebeye çektimse, onu halis bir müraî olarak buldum."
Hasan-ı Basrî hazretleri de şöyle buyurdu: "İnsanlar arasmda kendisini zemmeden, kötüleyen kimse, hakikat-ta kendisini övmüş olur. Bu ise riya alâmetlerindendir."
Bir gün. Yunus bin Ubeyd'e,
"Amel bakmundan Hasan-ı Basrî hazretlerinin yerini tutmuş bir kimseyi gördün mü?" diye sormuşlar. O da şu cevabı vermiş: "Vallahi ben, söz bakımından bile onun yerini tutmuş bir kimseyi görmedim. Amel bakımından onun gibisini nerden göreceğim? O'nun vaaz ve nasihat-lan gönülleri ağlatıyordu. Başkalarının vaazları ise gözleri bile ağlatamıyor."
Ebu's-Sâib, Kufân-ı kerîm veya hadîs dinlerken ken dişine ağlamak geldiğinde, riya olur korkusu ile kendisini tutar, onu tebessüm hâline çevirirdi.
“Mümin az konuşur, çok iş yapar. Münafık ise çok konuşur, az İŞ yapar”